Evveliyat

TARİHÇE :

"AYAKTOPU CEMİYETİ NEVİZÂDE (10 Zilkade 1909)

Kirazyalı eşrafından vakayinüvis Çakır Şerafeddin Efendi’nin, Mardinli acuzeler sultanı Yeknesak Bereket Hatun’dan naklettiğine göre, Ayaktopu Cemiyeti Nevizâde teşkilatının kuruluşu bin dokuz yüz dokuz senesinin Zilkade ayının onuncu gününe denk gelmektedir. Lakin aslında bu çok uzun uzadıya konuşulacak bir konudur ve evveliyâtında çok daha fazlası saklıdır.

Bandırmalı Zeytincizâde Recep Efendi’nin, usturası dilinden keskin kekeç berber Cevat’tan naklettiğine göre bin dokuz yüz sekiz senesi Devlet-i Aliyi Osman için pek hayırlı bir sene idi. Yıllardır mutlak yönetici aynı zamanda halife olan padişah efendi hazretleri tarafından yönetilen koca İmparatorluk, muasır medeniyetler gibi, adına Meşrutiyet denilen, yarı zamanlı demokrasi denemeleriyle iştigal olmaktaydı. İşbu karmaşık dönemde bazı gelişmeler ise hayırlara vesile olmuş, ahalinin ayaktopu denilen gavur sporu ile tanış olmasını sağlamıştı. Sarayın da izni alınarak Anadolu Üsküdar ve Beykoz semtlerinin gençleri kendi aralarında beden terbiyesi ekipleri kurmuş ve karşılıklı müsabakalar tertiplemeye başlamışlardı.

Lakin Riyaditüllahi meşrep Kayserili Gül Abdullah’ın, Eski Fransa sefiri Mehmet Alev Efendi’nin mahdumu kara kaşlı kara saçlı Gürkan Çelebi’den naklettiği üzere bir önceki senenin aksine, bin dokuz yüz dokuz senesi bir o kadar habis ve melun bir sene oldu. Zira o sene içerisinde önce Şehr-i İslambol, 31 Mart ayaklanmasını ve ayaklanmanın bastırılmasını yaşadı. Aynı dönemlerde Çukurova’da da Ermeniler isyan etmiş, ortalık fena halde karışmıştı. Kontrolünden çıkan olayları izlemek ile yetinen II. Abdülhamit tahttan indirilerek yerine V. Mehmet Padişah olurken, çok güvendiği Bayburtlu Necdet Paşa’yı da Vezir-i Azam olarak görevlendirmişti. Koskoca Devlet-i Aliyye türlü türlü habis ve melun vakalar ile çalkalana dursun, Vezir-i Azam Bayburtlu Necdet Paşa’nın son çocuğu Paşazâde Batu Han Efendi kendisini, Osmanlı tebaasının yeni gözdesi ayaktopuna kaptırmış ve bu iş için aleniden çalışır olmuştu. Nihayetinde, paşa babasının da izni ile, ileride Hilafet-i Refahiye Fesat-ül Kitabiye nam-ı ile anılacak bir ayaktopu cemiyeti tertiplemeyi başarmıştı. Cemiyet içinde, daha sonraları kurulacak olan Ayaktopu Cemiyet-i Nevizâde teşkilatında beraber ayaktopuna gönül verecek olan kimseler bir araya gelecek, tanış olacak, kaynaşacaklardı.

Lazistan’da çay üreticiliği ve ticareti yapan Hacı Sefer Efendi’nin, Ümraniyeli berduşlar şeyhi Keşkekçi Selameddin’inden naklettiğine göre, Paşazâde Batu Han Efendi’nin, yeni tertiplediği ayaktopu teşkilatı için mesul kişiler aradığı haberi, Şehr-i İslambol sokaklarında yankılanırken, Tirebizon limanından İslambol’a doğru yola çıkan bir takanın içinde iki önemli yolcu, İslambol’da mühim kişiler ile görüşüp onay aldıktan sonra büyük bir kütüphane açmayı tasarlayan Sürmene eşrafından eli bıçaklı, beli kuşaklı Berkalp Çelebi ile amcaoğlu bileği tetik, yüreği çelik Tonyalı yağ tüccarı Peceoğli İsmail karşılarına takanın kaptanı kalın enseli, fıçı gövdeli, Kesin namlı Kadırgacı Ilgaz Reis’i almış beraber muhlama yiyorlardı. Berkalp Reis fikirlerini ortaya döküyor, ve fakat kafası bu işlere pek basmayan ve aksi tabiyatı nedeniyle pek çabuk parlayan Peceoğli İsmail sık sık küfürler savurarak akrabasının bu gavur işlerinden vazgeçmesi sağlık veriyordu. Takanın kaptanı Ilgaz Reis ise genelde Tonyalı’dan yana çıkıyor, berikisinin abesle iştigal etmek yerine ticaret veya zenaat ile haşı neşir olmasının daha münasip olacağını, dili döndüğünce anlatmaya çalışıyordu. Yol boyunca muhabbeti ilerletip, ahbaplıklarını pekiştiren üç Karadeniz uşağı, günler sonra İslambol’a vardıklarında konaklamak için kalacak yer aramaya çıktıklarında, bela da onların peşinden karaya çıkmıştı adeta. Uğradıkları ilk handa, Peceoğli İsmail’in sabırsız ve kavgacı tavırlarıyla beş dakika içinde kavgaya dönüşen oda ve yemek bulma çabaları, geceye kadar sürmüş ve elbetteki olumlu bir yanıt alınamamıştı. Bu halde pek çok han gezildikten sonra Tophane’nin ücra bir sokağında, Külbasmaz Mücella’nın batakhanesinde zar zor da olsa kalacak bir yer bulunmuş ve ivedilikle yemekler yenilmeye başlanmıştı.

Ağzında bakla ıslanmayan tenekeci İzzet Çavuş’un, Peralı kumaş sarrafı Krikor’dan edindiği bilgilere göre o akşam Külbasmaz’ın konukları arasında Boğazkesen Yokuşu’ndan Tophane’ye kadar olan mıntıkayı haraca bağlamış Kızıl Kağan namlı bitirim delikanlı da vardı. Kızıl Kağan, yaşından ve fiziğinden beklenmeyecek şekilde yüreği ve bileğiyle namını ilerletmiş, gücüyle kazandığı mecidiyeleri afiyetle yiyordu. Ötede başka bir köşede ise, düştüğü kara sevdanın pençesi her akşam feneri başka meyhanede söndüren, aslında varlıklı bir ailenin tek çocuğu olan Galata eşrafından özü sözü bir Nâsr-ı Kemal Efendi. Orta boylu, sarışın mavi gözlü, halim selim, işinde muhaffak bu genç adam, günlerden bir gün, Bahriye Nazırı Yengeç Süleyman Paşa’nın güzeller güzeli kızı Dilruba’ya tutulmuş, araya hatırlı kişiler sokup, niyetini izah ettirmiş, fakat nazır efendi kendisini damatlığa münasip görmeyince kederinden permeperişan olmuştu.

Hasanpaşalı Civelek Nalbur Osman, bu konuda başka görüşleri olduğunu sık sık dile getirse de, Farozlu Koloti İrfan’ın naklettiği bilgilere göre, o akşam Külbasmaz Mücella’nın batakhanesine pek de uzak olmayan, fakat nitelik olarak muazzam farklı bir nargilecide,
Şehr-i İslambol Senayi-i Nefise-ül Homini Gırtlak İlmi Mütehassısı Haluk Dede, günün yorgunluğunu hem muhabbetine hem de nargilesine yarenlik eden bol şekerli kahvesine ortak ettiği Saray çeşnicibaşısının kerimeleri Şekerpâre Hanım’ın kocası Baklavacızâde Şekerdinç Çelebi ile atıyordu. Haluk Dede, yaşı pek geçkin olmamasına rağmen olgunlukla beyazlattığı sakalları nedeniyle elde ettiği lakabını bir de “Sarayın Aşçıbaşı” ünvanı ile taçlandırmak istiyordu. Bu arzusuna nail olmak için de uzun zamandır yakın dostu Baklavacızâde Şekerdinç Çelebi’nin yardımını istemekte, Çelebi dostunun ricasını kıramayıp sık sık kayınpederi ile görüşmekte fakat olumlu bir sonuç alamamaktaydı. Fakat Şekerdinç Çelebi’nin sözlerine bakılırsa saadet yakındı. Öte yandan da yeni yaptıracağı mintan için ısmarladığı ipekleri getirmesi gereken ve aslına bakılırsa akşam ezanını bir hayli geçiren Suriye eşrafından, pek çok deve kervanı sahibi ipek tüccarı Cafer Ağa’yı bekliyordu.

Sincanlı Fincanzâde Kerim Efendi dost meclislerinde pek sık dile getirdiği gibi Cafer Ağa kelli felli, enine yapılı, becerikli bir tüccardı. Aslen Suriyeli olmasına rağmen kısa zamanda İslambol pazarlarında kendisinden söz ettirir olmuştu. İşbu kişiye sipariş verenlerden biri olan Haluk Dede, tüccarın uzaktan gelişini gördüğünde heyecandan kahvesinden büyük bir yudum aldı. Belli ki uzun zamandır beklediği Şam İpeğine nihayet kavuşacak, kendisine şaşaalı bir mintan diktirip, bununla sarayda görücüye çıkacak ve saray eşrafını yemeklerinden önce görüntüsüyle büyüleyecekti. Cafer Ağa getirdiği ipekler yanında olduğu halde, masalarına oturup muhabbete dahil oldu.

Her akşam olduğu gibi o akşam da Haluk Dede, Şekerdinç Çelebi ve Cafer Ağa’nın oturduğu masadan iki masa ötede oturan ve nargilesini tüttüren Merdivenköy encümen azası Serbülent Levent Efendi’nin gözleriyle gördüğü üzere, nargilecinin önünden geçmekte olan iki Türkmen geleceklerine dair endişeleri dile getiriyorlardı. Sayıları gittikçe azalan, ataları Kırım’dan, Moğul Hükümdarı Börketay’ın zulümünden kaçarak Anadolu’ya gelmiş Oğuzların Avar boyundan, türkmen özlü Kurtoğlu, atalarının yerleştiği Tokat’tan göçerek Şehr-i İslambol’a gelmiş ve burada şans eseri başka bir türkmen ile Oğuzların Kınık boyundan, Türkmen özlü Gökçe ile karşılaşmıştı. İki türkmen, maddi sıkıntılarını geride bırakmak için kafa kafaya vermiş 2 haftadır Tophane’de sorulmadık iş bırakmamışlardı. Fakat henüz bir sonuç alamamışlardı. Aslında sözünün eri, bileği güçlü, yüreği güçlü bu iki zat belki de bu karışıklık ve isyan zamanlarında pek çok iş bulabilirdi. Ama belli talih yanlarında değildi. Bu akşamki son durakları, hemen yakınlardaki Tabii Neşriyat Mühendishanesi’nde kendilerini Mekteb-i Hendese Amiri İnçallı Emir Efendi bekliyordu. Belki de aradıkları işi bulacak ve karınlarını doyuracak üç beş akçeyi ceplerine atabileceklerdi.

Eğer Tabii Neşriyat Mühendishanesi’ne talebelerinden Pis Agop’un bahsettiği gibiyse, o akşam mektebin kapısında iki türkmeni beklemekte İnçallı Emir Efendi hem sevimli hem de korkunç biriydi. Yaptığı veya yapılmasını istediği işe son derece titizlenir, işler yolunda giderse sevimli yüzünü gösterip etrafına gülücük saçar, es kaz işlerde ufacık bir aksama bile olsa tamamen aksi yöne dönen yüzü ile yaradılışının korkunç tarafını gösterir, iş düzene girene kadar somurtur, yüzü asla gülmezdi.

İşbu kimselerin hepsi bir şekilde Tophane’de bulunduğu o vakitlerde, Paşazâde Batu Han Efendi’nin özel çığırtkanı sarı donlu güdük Can elinde davul olduğu halde bağıra çağıra duyuru yaparak, yakında kurulacak olan Hilafet-i Refahiye Fesat-ül Kitabiye namlı ayaktopu teşkilatına iştirak etmek isteyenlerin ertesi gün, öğlen namazından sonra Taksim Topçu Kışlası avlusunda hazır olmaları istenmekteydi. Ayrıca bu teşkilata katılanlara devlet nazarında ilgi ve alaka gösterileceği, hatta maaş bile verileceğini söylüyordu. Bu çağrıyı duyanlardan, İslambol’a ilk kez gelen ve kendilerine uğraş arayan Berkalp Çelebi, Peceoğli İsmail, memleketleri ve yakın dostları Kesin Ilgaz Reis, işsiz iki türkmen Kurtoğlu ve Gökçe, beden terbiyesi meraklısı İnçallı Emir Efendi, kaybedecek pek fazla şeyi olmayan Nasr-ı Kemal Çelebi, her daim kendini kanıtlama çabasında olan Kızıl Kağan oynamak için, Şekerdinç Çelebi ve Haluk Dede saraydaki bu olayı gözlemlemek için, Cafer Ağa’da son ikisinin misafiri olmak için ertesi gün öğlen namazından sonra Taksim Topçu Kışlası avlusunda hazırdılar. Bizzat Paşazâde Batu Han Efendi’nin de katıldığı seçmelere başka iştirak eden olmayınca, yeteneklerine bakılmadan hepsi birden teşkilata kabul edildiler. Hatta adam eksikliğinde Cafer Ağa hiç sahaya çıkmadan teşkilata seçilmişti.

Tarakçılar hamamı tellağı Parlak Hüseyin’in gördüklerini aktardığı bir muhabbet meclisinde bulunan Riyadlı kör Muttalib bin Zeyid’in naklettiğine göre Hilafet-i Refahiye Fesat-ül Kitabiye teşkilatı ayaktopu tepme çalışmalarına ve çalışmalara başladıktan kısa bir zaman zarfında da karşılaşmalar yapmaya başlamıştı. Fakat heyhat, şartlar ne olursa olsun teşkilat asla mücadelelerde galip gelemiyor, asla başarıya ulaşamıyorlardı. Bulduğu hiç bir nefesi kuvvetli hoca, hiç bir muskacı fayda etmeyince, Paşazâde Batu Han Efendi son şans olarak Gözcübaba’ya adak adayıp, devlet bütçesinden harcadığı paralarla kırk yetimi giydirip doyurmuş, muhtaçlar üzerlerinde temiz ve kaliteli kıyafetler olduğu halde tas kebabları, kurban kavurmaları, zerdali pilavları midelerine indirip, buz gibi şerbetler ile susuzluklarını giderirken teşkilat hala galibiyet yüzü görememişti. Bu durumun üzerinde yaptığı baskının gerdiği sinirleri ile, günlerden bir gün aniden tüm teşkilatı tefsiye etti ve Hilafet-i Refahiye Fesat-ül Kitabiye namlı ayaktopu hikayesi böylece son buldu.

İşte bu teşkilatın içinde bir arada mücadele veren cabbar cevval zevatlar, kendilerine yeni bir oluşum ararlarken ve Kurtoğlu namlı türkmenin kendi çabasıyla kurduğu Ayaktopu Cemiyeti Nevizâde teşkilatının çatısı altında takımdaşlarının birleştirdiğinde takvimler bin dokuz yüz dokuz senesinin Zilkade ayının onuncu gününü göstermekteydi."

Emir ALTINTAŞ















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder